Boğaziçi Köprüsü tek yönlü kapatılmış, askeri araçlar yolu kesmişti. Ters giden bir şeyler vardı.
27 Mayıs’ı okumuş, 12 Eylül’ü görmüş, 28 Şubat’ı yaşamış olan milletimiz, Allah’ın korkuyu kalplerinden söküp aldığı o gecenin en karanlık anında minarelerden yükselen ezanlar eşliğinde meydanlara koştu; tank paletlerine ve kalleşçe sıkılan kurşunlara rağmen…
Sicim gibi yağan mermiler, onlarca kahramanı Rahmet-i Rahman’a kavuşturdu. Hak davanın öncüsüydü onlar.
Haberi alır almaz, ayağa kalkarak, yumruğunu sıkarak alanlara koşan milyonlar, “Darbe öyle olmaz, böyle olur!” dediler. Ülke savunmasıydı, bunun adı.
Tıpkı İstanbul ve tüm yurt sathında olduğu gibi Ankara’da da konuşlanan Milli Güçler, mevzilere sahip çıktı. Karadan, havadan yapılan hücumlara aldırmadan, “Ölürsek şerefimizle ölelim, bir ölür bin doğarız!” mesajını veriyordu, dosta düşmana.
Allah’tan, Ankara’da deniz yoktu, yoksa bir cephe de oradan açacaklardı.
Bir kamyon… Şoför mahallinde iki kadın… Römorkta onlarca genç, ellerinde bayraklarla, tankın önünü kesiyor, tankın her yanı bir anda arı kovanını saran bal arıları gibi oluyordu.
Nasıl bir imandı Allahım! Yeni bir İstiklal harbi mi yaşanıyordu.
İşte bir kadın daha… Cuntacının önünü kesmiş, şoförü tek hamleyle aşağı indirmiş, direksiyona geçip, aracı sakin bir limana çekmeyi başarmıştı.
Bir başkası tankın önüne yatmış, avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Canımı veririm, lakin çiğnetmem toprağımı!”
Gençler… Soylu bir davanın neferi gençler!
Minarelerden yükselen ezan sesleriyle karışan “Allahu Ekber!” nidaları ile yeri göğü inleten gençler!
İşte o alay edilen, ‘facebook gençliği’ diye dalga geçilen, “Ne olacak bu gençlerin hali, gençlik elden gidiyor!” diye kaygılanılan gençlik, bu gençlikti.
Devletine milletine sahip çıkmanın destanını yazan gençler, bayraklaşan gençler, dipdiri gençler!
Demek ki ülkede gençlik sorunu yoktu. Din baronlarıyla, onların boyunduruğundaki apoletli maşalar sorunu vardı.
Gençlik, “Zulüm kimden gelirse gelsin zalime karşı, mazlum kim olursa olsun mazlumdan yana!” Ömer ölçüsünü düstur edinmiş, yürüyor; eve girmek bilmiyordu.
Başkomutan, “Alanlara çıkın!” mesajını vermeden bir saat önce, 81 il 957 ilçe meydanı, halk güçlerince kontrol altına alınmış, insan seli mahalle aralarına ulaşmış, tsunamiye dönüşmüştü.
“Onların bir tuzağı varsa, Allah’ın da bir tuzağı vardır. Allah’ın tuzağı daha hayırlıdır.”
Demek, darbeyi gece yarısı yapacaktın, halkı uykuda faka bastıracaktın, katliam yapacaktın, halkı birbirine düşürüp iç savaş çıkaracaktın, öyle mi?
Yüce Yaradan, ağzı dualı, gönlü imanlı milleti korumaz mı sandın? Beşer ölçün şaştı işte. Postundan kalk da, yüzleş günahlarınla; utanacak yüz kalmışsa!
Günah galerin ne de yüklüydü!
‘Savunan Adam’ın partisini kapatma fikri senden çıkmış, localara akıl vermiştin. Halkın parasıyla açtığın evlerden, yurtlardan, okullardan, dershanelerden halkın çocuklarını kovmuştun.
“Ya peruk takın ya çekin gidin evlerinize!” deyip kış ortasında yüzüstü bırakmıştın, Sümeyyeleri, Zeynepleri…
28 Şubat’ın sivil ayağına yılışmış, “Dünyanın bütün buketlerini sunsam sana az gelir!” aymazlığıyla boynuna çelenk asmış, hiç de sıkılmamıştın.
Öteki postalcı, halkın iradesiyle seçilen vekile, “Burası Cumhuriyete başkaldırma yeri değildir, bu hanıma haddini bildirin!” derken, en büyük desteği senden alıyordu.
Seninle açık açık konuşalım: Sen tıpkı yularını eline alanlar gibi bu halkı, bu toprakları, bu ülkeyi hiç sevmedin. Hasis bir kadrolaşma sevdasıyla aileleri parçaladın, nifak tohumları ektin bu topraklara…
Belli ki seninkiler, 40 yıldır, bölücü teröre bir kurşun sıkmamış, gizli bir planı beraber yürütmüşsün, Uludere’de 34 vatandaşımızı katlederek 15 Temmuz için prova yapmışsın.
Bu halkı ne sandın? Höt deyince hizaya geçen pısırık haşhaşilerin değil onlar.
Mavi Marmara katillerini koruyan sen, ‘otorite’siz mi kaldın yoksa!
İşte Allah, ipliğini pazara çıkarır böyle. Yüzüstü bırakır, yapayalnız kor. Güç odakların hani, darbe basının nerede, silahşor olmuş kalemşorların hangi deliğe girdiler?
Zinde güçlerin, hangi karanlık muhbirin sığınağına saklandılar? Çıkmayacaklar mı sanıyorsun, girdikleri delikten?
Kredin bitti, masken düştü, dostların terk etti seni. Çıkar ipliğiyle dokunan kumaştan elbise olmazdı, anlamadın mı? Ama çok önemli bir aktörü belki unutmuştun. Bir mesajla meydanlara inecek 1 milyon Memur Sen ailesini.
Memur Sen, soysuz kalkışmanın daha ilk saniyelerinde, 1 milyon üyesini, aileleri ve komşularıyla meydanlara çağırırken, darbenin başarısız olacağı belliydi.
Üç atımlık barutun varmış, tükendi sonunda.
Yarım asırdır sürdürdüğün fasit davanın sonuna geldin. Şimdi hesap vereceksin Hakk’ın huzurunda, halkın önünde, yalnız sen mi? Tabi ki hayır, senin yularını eline almış olanlar da…
Her kışın bir baharı vardır ama senin ve sahiplerinin kışı yeni başlıyor. Daha bugünler iyi günlerin, zemheri soğuğunda titre bakalım. “Ne kadar etabın varsa getir!” demişti Başkomutan, anlasana!
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
Emek varsa başarı vardır
Mutfak yangın yeri
Sağımızdaki yalanın gerçeği örtme çabası
Bir vakıf insanı, sendikacı Mithat Sevin
Eğitim çalışanlarının güçlü sesi, genel yetkinin değişmeyen adresiyiz
Sendikacılığın hokkabazları
Umudu yeryüzüne aşılamak için daha fazla gayret
Kitabın, davanın, vefanın hakkını veren adam: Erol Battal
Ne rakipsiniz ne de refik
Devlet yalan söylemez!
Destanımıza yeni bir sayfa daha ekledik
Popüler kültürün kutsallarına kurban verilecek hayatlarımız yok
Her başlangıç yeni bir ruh, yeni bir heyecandır
Uluslararası sempozyumumuzun ardından
Sabır, dayanışma, direniş, kararlılık, alın teri...
İlimle yönetemeyen, zulümle yönetir
İyilik örgütlü gücümüzle kazanacak
Gelecek sizinle daha iyi olacak
Truva atı ya da beşinci kol faaliyetleri
Gelecek günler daha güzel olacak
Türkiye Buluşmamızda yapay sınırları aştık
Öze yeni bir yolculuk zamanı
Seçimimiz Kumpasları Bozmalı
Kararlı mücadeleyle güçlü Kazanımlar
Yüreğe Düşen Loğ Taşı
İLKSAN'da Zorunlu Üyelik Dayatmasına Nokta Koyduk
Destanlarımıza destan ekleyen lider kadrolara selam olsun
Yeniden Bismillah
Adım Adım Yükseköğretim Tazminatı Mücadelemiz
MEB'in 'I am Sorry' Deme Lüksü Yok
Y.U. Sendikacılığı
Yönetmelik Durdurulduğunda Atanmışlar Yürür mü?
Özgür Üniversite ve Örgütlenme
Kariyer Basamakları Bariyer Basamaklarına Döndü
Özür Durumuna Bağlı Yer Değişikliği ve Yargı Kararları
MEB Hatasından Dönmelidir
MEB Mevsimsel Norm Güncellemesinden Vazgeçmelidir
Nerden Baksan Haksızlık Nerden Baksan Tutarsızlık!
MEB’e Acil Reçete
Üniversitelerde Özgürlük ve Özlük için Örgütlenme
Tahriklere Gelmeden Kararlı ve Sabırlı Olacağız
Yeni Bakan Avcı’nın Eğitimde Önceliği Ne Olmalı?
Öğretmenler; Ömer’in, Merhamet ve Adaletini Bekliyor
Resen Atamalarda da 40 Bin Defa Düşünüldü mü?
Yeni Yılda da İnşa Sürecinin Öncüsü Olacağız
Sorun Yaşayanda mı Yaşatanda mı?
Yeni Bir Medeniyetin İnşası ve Öğretmenin Değeri
Bu Kez Yanılmak İstiyoruz!
Toplu Sözleşme Süreci ve Üç Cephede Mücadele Etmek
Hükümet ‘Yunanistan’a Döneriz’ Edebiyatından Vazgeçmelidir
Kesintili Eğitim ve Manipülatif Yaklaşımlar
Anadolu Liselerine Öğretmen Seçimi Sınavına Girilmeli Mi?
Yolun Açık Olsun Yusuf Ziya Özcan Hoca
Ek Ödemede Eğitimcilerin Muadili Kim?
Köklü Değişim İçin Yeni KHK’lara İhtiyaç Var
Değişen Paradigma ve Hak Arama Kültürü
Son Toplu Görüşme’de Konfederasyonumuzun Kazanımları!
Usuls
Garip Bir Dava ve Sonrası…
Danıştay ve İsviçre’de Minareyi Yasaklayan Zihniyet!
18 Kasım Çarşamba Günü Meydanlardayız!
Eğitim Kurumlarına Yönetici Seçimi
Öğretmenlerin Beklediği Yönetmelik
Hedefe Emin Adımlarla!
Bu Yanlış Uygulamayla Nereye Kadar!
Öğretmenim! Bu Bir İLKSAN Hikayesidir
Kadro Sözü Üzerinden Bir Yıl Geçti
Sürekli Değişen Kurallar Hukuki Güvenceyi Zedeliyor
İlkemiz
Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Bizimle canlanacak nice umutlara doğru
Örgütlü olmanın bereketiyle birleştik, birleştikçe büyüdük ve güçlendik
Psikopatik zevzeklerin kuru gürültüsü
Öğretmenlik Meslek Kanunu iptal davası
FİLİSTİN DİRENİŞİ, MÜSLÜMANLARIN GELECEĞİ VE EMPERYALİZMİN ÇÖKÜŞÜ